Malum parlamenter sistemde bir türlü siyasi istikrarı bulamadık. Parlamenter sistemde yürütme (hükümet) ile yasama (TBMM) iç içe idi.

O sistemde hükümet de (bakanlar kurulu) kanun tasarısı hazırlayıp TBMM’ye sunabiliyordu.

Meclis, bir bakıma başbakanın emriyle iş görüyordu.

Parlamenter sistem, ister istemez koalisyonları (ikili veya daha çok partili) gerektiriyordu. Bu yüzden bir türlü siyasi istikrar sağlanamıyordu. Zira hükümetlerin ortalama ömrü on sekiz ayla sınırlı kalıyordu. Ömrü on sekiz ayla sınırlı bir hükümet, hangi köklü bir karara imza atabilirdi ve hangi kalkınmayı gerçekleştirebilirdi?

Sürekli patinaj yapan hükümetlerle değil kalkınma yapmak, yerimizde saymayı bile marifet biliyorduk.

Mesela son yirmi yıllık siyasi istikrar sayesinde savunma sanayisinde ve kalkınmada çok önemli başarılara imza attık. Parlamenter sistemde kalsaydık, bunlardan hiçbirini gerçekleştiremeyecektik.

Daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi, yeni sistemde, cumhurbaşkanlığına seçilebilmek için adayın en az yüzde 50 artı 1 oy almasını şart koymamız yanlış olmuştur. Bu durum iki partili sistemde mümkün ve gereklidir. Nitekim ABD‘de yalnızca iki parti vardır ve bu ister istemez bu şart gerekli olmaktadır.

Bizde ise, kelimenin tam anlamıyla parti enflasyonu var; bu kadar çok partinin seçime girdiği bir yerde yüzde 50 artı 1’i bulmak son derece zordur. Bu durum, partilerin ittifak yapmak suretiyle seçimlere girmelerini adeta zorunlu hale getiriyor.

Partiler arası ittifakın da ne şekilde olduğu, hangi kirli pazarlıklara sahne olduğunu hep birlikte gördük. Parlamenter sistemdeki seçim sonrası koalisyon, başkanlık sisteminde seçimlerden önce kurulmaya başlandı.

Burada bir hususun üstünü kalın çizgiyle çizmek gerekir. AK Parti ve MHP, Başkanlık sistemini kendileri için değil Türkiye’nin âlimenfaatleri için getirdi. Bakınız parlamenter sistemde AK Parti yüzde 34 oy alarak Meclis’in yüzde 65’ine sahip olmuştu.

Kolayca tek başına iktidara gelmek varken, bu durumu terk etti ve kendisi için daha zor olanı seçti.

Yüzde 50 artı 1 şartı, yüzde 1 ve hatta onun da altında oy alabilen partilere bayram yaptırıyor.

Bu yüzden önüne gelen parti kuruyor ve temsil güçleri olmayan bu küçücük partiler, iktidar adayı olan büyük partilerle kıyasıya pazarlığa girebiliyor. Bu durumun tipik örneğini de önceki seçimde Millet İttifakı’nda gördük.

Halk nezdinde karşılığı olmayan ve tek başlarına girdikleri taktirde bir tek milletvekili bile çıkaramayacak olan partiler, CHP safından seçime girmekle 39 milletvekilliği elde ettiler.

Bir de bu denli bir ittifakın iktidar olduğunu düşünün; temsilde adalet olmadığı gibi, yönetimde de tam bir kaos olacağı aşikârdı.

Bunu da ittifak ortaklarının birbirlerinden habersiz yaptıkları gizli pazarlıklarda görüyoruz.

Şahsi kanaatimiz; cumhurbaşkanı seçilebilmek için yüzde 40-45 gibi alt bir sınır belirlenir, bunun üstünde en çok oyu alan kişinin başkan seçilmesi en uygun olanıdır.