Cehaletin daniskasını yaşıyoruz.

Bununla da yetinsek bir derece; yanlışları doğru bilmeyi, bu yanlışlarda ısrar etmeyi, inkârı ve inat etmeyi maharet biliyoruz.

Bilir bilmez konuşmayı, ulu orta atmayı, hiç bilmediğimiz konularda ahkâm kesmeyi, yanlışta ısrar ve inat etmeyi; bütün bu ahmaklıklar yetmezmiş gibi, bir de bu tür hezeyanlarla muhataplarımızı suçlamayı yegâne ilkelerimiz olarak benimsemişiz.

Özetle; bilgisizliği, yalanı, inkârı, suçlamayı ve sureti haktan gözükmeyi şiar edinmişiz.

En bilgisiz olduğumuz ve bildiğimizi sandığımız konuların başında dinimizin esasları ve bunlardan olan ‘kader-kaza’ mevzusu gelmektedir. Bu konuda bilir bilmez konuşulmakta, zihinler bulandırılmakta ve inançlar sarsılmaktadır.

Kendini bilmez kimileri; din veya dini bir konu söz konusu olduğunda, mesela, kaderden bahsedildiğinde, aslan görmüş yabaneşekleri gibi çılgına dönüyorlar!

Akılları sıra, Müslümanları töhmet altında bırakmak için, ‘kaderci’ diye bir şey uydurdular ve bununla, muhataplarını tembellikle, geri kalmışlıkla, gericilikle itham ediyorlar.

Bütün bu tutarsızlıklarıyla, gerçekte bizzat kendilerini suçluyorlar, aşağılıyorlar.

Bir bilseler!

Nasıl bilecekler ki? Cehaletiyle övünen kişi, neyi, nasıl bilebilir?

Halbuki bizim dinimiz; evrenin sebepler âlemi olduğunu söylüyor. Allahutaala her şeyi sebebiyle yarattı, yaratıyor. Nereye bakarsanız, her şeyin fizik, kimya, biyoloji kanunları çerçevesinde meydana geldiğini görürsünüz. Yağmurun sebebi, bulut ve rüzgârdır.

Bu ahmaklar, deprem faciasının, ‘onlara göre’ insanımızın kadere imanından kaynaklandığını, onların deyişiyle kaderciliklerinden meydana geldiğini söylüyorlar.

Dinimiz, “Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın, “Sebeplere yapışın-gerekli tedbirleri alın”“Düşmanın silahlarıyla silahlanınız”, “İki günü eşit olan aldanmıştır”“İbadet yetmiş çeşittir; en hayırlısı, kişinin rızkını kazanmak için çalışmasıdır”, “İnsan için, ancak çalışmasının karşılığı vardır”, “İlim, Çin’de de olsa gidip alınız”, “İlim her kadın ve erkeğe farzdır”“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyuruyor.

Kader, hiçbir şey yaratılmadan önce, Allahuteala’nın ilim sıfatının mahluklara olan bağlılığıdır. Kader, Allahuteala’nın sonsuz önceden (ezel) bilmesidir. Kullarına zorla yaptırması değildir. Diğer bir ifade ile kullar, iradelerinde hürdürler; iyiyi de güzeli de, çirkini de kötüyü de isteyebilirler. Kulların isteyip yapmak istediklerini (iyi veya kötü) yaratan Allah’tır. İşte kulların bu denli istek ve yapmaktaki iradelerini, Allah, sonsuz önceden (ezel) bilmektedir; buna da kader denir.

Allah bildi diye, kul o fiili işlemiyor; kul, o fiili işleyeceği için Allah onu biliyor.

Bu durumda, Allah bize binaları ilme, fenne, akla uygun olarak yapmamızı emrediyor. Biz ise, emri dinlemeyip tam tersini yapıyoruz. Tecelli eden kadere biz sebep oluyoruz. Bizi bu akılsızlığa kimse zorlamadı, biz kendi hür irademizle, isteğimizle tüm bu yanlışları yaptık.

Ellerimizle kendimizi tehlikeye attık; sonuçlarına katlanacağız.

Şu halde; kaderi değil, bu kadere sebep olan kendimizi suçlayacağız!

Kaderi suçlayan ahmaklar, ahmaklıklarına doymasın!

Ve ahiretteki yerine hazırlansın!